Mualla Katip: Bir şiiriniz yorumlanırken o şiire sizin yüklediğiniz anlamın ortaya çıkartılması mı yoksa aklınızdan geçmeyenlerin şiirde bulunması mı sizin hoşunuza gider?Neden?
Veysel Çolak: Şiir de, elbette bir düşünme nesnesidir; ama bir iletişim kurmayı da içerir. Bireysel, toplumsal, ekonomik, politik bir derdi olan; bunu dile getirmek isteyen şair, oluşturduğu iletinin anlaşılmasını ister düşüncesindeyim. Elbette şiir sanatından ödün vermeden yapmalıdır bunu. Ben yazdığım bir şiire yüklediğim anlamların, içeriklerin kavranmasını, anlaşılmasını isterim. İkinciyeni şiirin çirkin olan ilk örneklerinden yola çıkarak, bir şiiri baştan sona, sondan başa okuduğunuzda değişen bir şey olmuyorsa o şiirin başarılı sayılabileceği görüşü ağırlık kazanmıştı. Uzunca bir süre benimsendi de bu yaklaşım. Modernizmin okuyucuyu hesaba katmayışıyla da örtüştürülerek şairin bir ileti oluşturması gerekmediği sonucuna varıldı. Şiirlerde anlamsal belirsizliği pekiştirmek için noktalama imleri kullanılmadı; gereksiz, şiire hiçbir katkısı olmayan dilsel sapmalar yapıldı. Bu yaklaşımla yazılan şiirler okuyucunun önüne konularak “Al, istediğin gibi oku, istediğin gibi anlamlandır.” demeye getirildi. Böyle bir okuma yapan okuyucular bir anlamlandırma çalışması yapmışlarsa kendileri için yararlı bir iş yaptıkları kabul edilebilir; ama bu, şiirle / şairle buluşmayı getirmemiştir hiçbir zaman. Bu aranışların öğreticiliği yabana atılmamalı elbette. Ben bu noktadan hareket ederek; tam anlamıyla mümkün olmasa da, şiirde oluşturduğum anlamsal, dilse, biçimsel, biçemsel, yapısal. imgesel… içeriğin anlaşılmasını isterim. Ancak o zaman benim söylediğim bir başkasıyla buluşmuş olur. Yoksa, benim söylediğimin okuyucuda hiçbir karşılığı olmaz. Yani, iletişim kurulmamış olur.
Altay Öktem: Sorunuza cevap vermek için öncelikle şiir anlayışımdan ve ne tarz şiir yazdığımdan kısaca söz etmem gerekir. Nasıl bir şiir yazdığınız önemli; çünkü, şiirinizden hiç aklınızda olmayan bir anlamın çıkması bir zenginlik de olabilir, felaket de!
Anlam katmanlıdır. Özellikle şiir söz konusu olduğunda, anlam sadece derinlemesine ve enlemesine yayılmaz; çok boyutlu olarak yayılır. Elbette bu anlam yoğunluğunun şiirin imgesel yapısıyla doğrudan ilişkisi vardır. İmgesel olmayan yalın şiirlerde anlam daha tek boyutlu ve daha göz önündedir. Bu yüzden de, diyelim Turgut Uyar’ın bir şiirini her okuyuşunuzdaanlamın daha önce keşfedemediğiniz başka bir boyutuyla karşılaşabilirsiniz. İki okuma arasında geçen sürede, sizde meydana gelen değişim, şiiri algılayışınıza da yansır. Ama diyelim Hasan Hüseyin’in bir şiirini okurken bu durumla kolay kolay karşılaşmazsınız. Anlam sizi yalın halde bulur ve kendiyle yüzleştirir. Çağrıştırmak yerine kendini açıkça ortaya koyar.
Elbette bu durum bir şiirin ötekine üstünlüğünü göstermez. Farklı şiir anlayışları doğrultusunda, anlamın katmanlaşmasına yönelik farklı yaklaşımlar söz konusudur burada.
Yalın bir şiir yazıyorsanız, sizin şiire yüklediğiniz anlamın dışında, aklınızdan hiç geçmeyen bir anlam çıkıyorsa şiirinizden, mahvoldunuz demektir. İstediğiniz anlamı şiire yükleyemediniz, okurda farklı bir algı yarattınız anlamına gelir bu. Anlam çökünce biçim de çöker. Şiir yıkılır. Altında kalırsınız.
Ama çağrışıma dayalı bir şiirse yazdığınız, anlam başta da söylediğim gibi çok boyutludur ve çoğu zaman şairini de şaşırtacak yerlere varır. Şiiri her yorumlayan farklı bir anlam çıkartabilir. Çoğunlukla, şairi bile şaşırtan yorumlar yapılabilir, şaşırtıcı anlamlar çıkartılabilir. Ancak, anlamın çok çağrışımlı olması başıboş olduğunu göstermez. Elbette şiirin ipi şairin elindedir. Çağrışımın yönünü, dizelerin okurun duyarlığıyla yüzleştiğinde neye evrileceğini bilir şair. Açıkçası hümanist bir şiirsel yapıdan okur bir katliam mesajı çıkartamaz. Anlam çoğalır ama savrulmaz!
Şimdi sorunuzun cevabını verebilirim: Bir şiirim yorumlanırken, aklımın ucundan geçmeyen bir anlam çıkartılır, okur hiç ummadığım çağrışımlara sürüklenirse bu beni mutlu eder. O şiirin gerçekten güçlü, gerçekten sıkı bir şiir olduğunu gösterir bu.
Betül Dünder: Aslında her ikisi de…Yazılan okurun alımladığıdır. Aşk şiiri olarak okuyacağı bir ölüm şiiri de yazmış olabilirim, bir ayrılık şiiri meydana çıkmış bir emekçinin sözcükleri de olabilir ağzında taşıdığı… Ben yine de okurun inisiyatifinin yazan özne olarak benden daha fazla olduğunu bilirim. Ama okuduğu şiirden benim iskeletimi görmesini bekleyemem. Birlikte karşılıklı kristalize olan bir süreçtir bu. Ben “karalı”olduğumu söylemişimdir, okur bunu kendi adasında bir toprak ile onulmaz bir bağ olarak düşünür, belki de bu sözcüğün ataerkillikle ilintisini… Yazarken de okurken de derinliğimiz kazdığımız toprağın niteliği kadar oluyor, vesselam…
Haydar Ergülen: Elbette aklımdan geçmeyenlerin şiirde bulunması.
Taner Cindoruk: Anlam geniş bir sofra gibidir. Anlamı korurken, en saf, doğal haliyle ona biçim verebilmekten yanayım. Anlamı bir elmas gibi bulup çıkarırken; ima edilen şey, imge ile oluştuğu vakit, şiirin anlam çerçevesi daha farklı, geniş bir boyut kazanacaktır. Yani ki hayal gücünü tetikleyen imgeyi de, iyi anlamak, esas kılmak gerekli. Şiir neticede sözcüklerle yazılır. Anlam daima şiirin anahtarıdır.
Emel İrtem: Şiir çok katmanlıdır diyoruz. Bütün anlam katmanlarının farkında olmayabilir şair. Yarattığı bu zenginlik onun farkına varan kimi okurlar tarafından vurgulanarak yorumlanabilir ve bu da şiiri yazıldığı yerden daha zengin üst okumalara taşıyabilir. Bazen çok kötü okumalar da olabilir. Mümkündür, içler acısıdır. Ama bunu kendimize ne zaman yapmıyoruz ki arada sırada da okur yapsın. Hem şiirin kaderinin şairin tekil sesiyle sınırlı kalması kadar korkunç olamaz hiçbiri. Yazdıktan sonra defalarca okurum. Günlerce okurum. Şurası bozuk kalsın dediğim yerler vardır orasını bozarım yahut şurası kusursuz olsun dediğim yerler varsa onunla yaşarım. Benden sonra o şiiri ilk okuyan ve son okuyan arasına dahil olacak bütün o sesler, zihinler arasında tekrar bir gün bana döneceğine inanmak isterim. Diğer taraftan da bütün bunların içerisindeki en kısır sesin benim olduğunu bilirim.
Şiirin sihri vardır, çünkü sözcüklerin vardır. Ama kibri yoktur. Kibir şairin tasarımına dair bir hata, karıştırmamak gerek. İlle anlam yüklemesi yaptım bu böyle okunursa okunsun yoksa okunmasın diye direten varsa ona da hayatta başarılarının devamını dilerim…
Emel Koşar: Şiirlerim yayımlandıktan sonra benim şiirim olmaktan çıkar. Okuru yönlendirmek veya açık göndermelerle sınırlandırmak istemem, şiirlerimi herkes istediği gibi yorumlayabilir. Her okunduğunda okura farklı şeyler hissettirecek, sezdirecek şiirin peşinde olduğum için kendi içinde tutarlı olmak koşuluyla şiirlerim hakkında değişik yorumlar duymak, okumak beni mutlu eder.
Resim, müzik, sinema, tasavvuf, mitoloji gibi beslenme kaynaklarımın şiirimi derinleştirdiğini düşünüyorum. Anlamsızlığa varmayan, sezgiye yönelik, anlatımcılıktan uzak, çok sesli bir şiir yazmaya çalışıyorum. Okur ne kadar donanımlıysa şiirimin derinliğine o kadar nüfuz edebilir. Şiirlerimden benim aklımdan bile geçmeyen çıkarımlarda bulunabilir.
Ressam Oğulcan Yiğit Özdemir internet sitesinde Fırça Darbesi adlı kitabımdaki “Seyahatnâme” şiirimi İngilizceye çevirmiş ve incelemişti. Oğulcan Yiğit Özdemir’i yıllar sonra MSGSÜ’de öğrencim olduğunda tanıdım. Nezihe Altuğ, Cemil Okyay, Hilâl Karahan, Hüseyin Peker, Hilmi Haşal, Ömer Turan, Şerif Fatih, Haluk Öner, Fatih Özdemir, Sevda Gülakan, Okan Yılmaz gibi isimlerin yanı sıra okurların şiirlerim hakkındaki yorumlarını okurken kendimi eserlerime yabancılaşmış hissettiğim de oluyor.
Veysi Erdoğan: Bu iki soruya verilebilecek net bir yanıtım yok aslında. Çünkü ben şiirin anlamdan yoksunluğuna inanırım. Anlamdan yoksun olmakla asıl anlamına kavuşabileceğine. Bu nedenle ne hermeneutik bir çaba, ne de şairin yazarken ki ruh durumu, şairin kendisine ya da iç organizmasına dair bir bilgi sunabilir. Söylenilebilecek şey şudur belki; Şiir, nerede olmak istiyorsa orası doğru yerdir ya da değil.