Şair ve şiir’in iktidar’la hiç de örtüşmeyen tarafından bakarsak; gelenekte edebiyat otoriteleri arasında sivrilen bazı iktidar şairleriyle, kısır döngü içine sürüklenen şiir, şiire dayatılan bir zül olmaktan başka bir şey olmamıştır. Hiç de modernist olmayan bu anlayışın nihai eğilimi etik olamayan bir tercihi yansıtır. Şiir unutulup, bireysel hırsların anlamsız bir iktidara talip olması kadar, yöneten ve yönetilenlerin; “yersiz, yararsız işlerle vakit öldürmek: “Yazarlarımızın çoğu yalnızca kendi ürünlerinin ne amaçla üretildiğini sayıp dökerek bir anlamda abesle iştigal ediyorlar.” demiştir, T. Uyar. Cemal Süreya ise, “Şair ancak şairlerce şair sayıldığı, şairler loncasına kabul edildiği zaman şair olur.”[1] demesi, iyi şiiri bulan şairin, illâ şairler loncasında yer alabilmesi için gerekli olan bedel, ‘şiir’i midir, yoksa başka popülist faktörler mi ön plana çıkmalıdır? Bana göre kesinlikle şiiridir, iktidarın kabulü değildir. İyi olan ürün nesnel açıdan üretimini zamana bırakandır. Bu ince noktalarda dönüp duran şiirle, şair, birlikteliğinde birbirine benzemez gerçekler, sahih bir içeriğe dayanıp, aynı yönde birleşemez, keza; bu bağlamda çıkar üstünlüğü yanlışına ister istemez düşülüyor, düşülecektir de. İktidar; ne şiirin gömleğidir, ne de şairin!
Platon’un, “Devlet”inden bir örnekle pekiştirmek gerekirse:
Tüm yönetim biçimleri kendi menfaatlerine olsun diye yasa koyar, demokrasi demokratik yasalar, tiranlık otokratik yasalar koyar ve diğerleri de öyle. Böyle yasalaştırma yaparken kendilerinin menfaatlerini, yani yöneticilerin menfaatlerini tebaanın menfaati olarak sunarlar ve bu kurallardan sapanları kanun karşıtı ve suçlu diye cezalandırılırlar.[2]
diyor, Platon. Şair de (!) yasalardan yana olacaktır. Esas yoksun kılınan, iktidarın, yanlış yöne güdülenleri, sipariş aldıkları hayal ürün’lerini, şiir diye yorumlamak doğal bir yanılgıdır. ‘İstisnalar kaideyi bozmaz’dan yola çıkarak baktığımızda, şair, kendini idare eden bir iktidarın gücünden dışlanma korkusuyla, ölümcül atlayışı bir kurtuluş sanarak gerçekleştirmesi, onun ve şiirinin sonu demek olacaktır. İktidarın şair üzerinde varlığı, şiirin yokluğudur; bunu, devlet yapılanmasında aynılığını gördüğümüz gibi, edebiyatın bazı gruplaşan kesimlerinde de görmek mümkün. Şairin, milliyetçi bir tutum ve tavırla, bir lonca etrafında konuşlanması ve oraya kendini dâhil olarak görmesi, şiirini çıkmaza sürükleyen unsur olarak karşımıza çıkması büyük olasılık. Böylelikle bazı dergilerde ve sözüm ona, ‘popüler’(!) edebiyat medyasında önü arkası kesilmeyen tartışmaların sürüp gitmesine tanık olmak işten bile değil. Böyle sığ bir algıyla somut gerçekliği empirik düzeyde tartışmak olanaksızdır. Fütürist (Gelecekçilik) bildirgesinin, 7. Maddesi tam da bu noktada yerini alır: “Güzellik artık sadece kavgada var. Saldırgan özelliği olmayan bir yapıt, şaheser olamaz. Şiir, bilinmeyen güçlere karşı, onları insanların önünde diz çökmeye zorlamak için kullanılmalı.”[3] diyorlar, bu manifesto da. Taraf ol, kavga et, çamur at, izi kalsın ve böylece kirlen- kirlet, ‘popüler’ ol, iktidar ol!
İktidar, yönetme gücünü tamamıyla elinde tutan, tüm kurumlarda ve bireyler üzerinde etkisi ve gücünü baskın şekilde gösteren, kişi ya da kişiler olarak karşımıza çıkan bir örgüttür.
Devlet, şair ve şiir dediğimiz zaman; Ece Ayhan, şiirine ve muhalif tavrının zihinsel devinimine bakmak gerek! Aklı, allak bullak eden, külhanbeyi gibi diklenen, oldukça da avare olan sivil bir şiirle karşılaşırız, -ki Ece Ayhan şiirinin ilginç olma özelliği ve o tuhaf ses, rüzgâra karşı işemesinden gelir. Anlamsız sanılan bu şiir; yeni anlamlara doğru okurun algısını, politik, sosyolojik ve ideolojik yapısıyla zorlarken, tarihsel olaylara da dikkat çekmek gerektiğini şifreleriyle birlikte ezbere kaydeder. Ece Ayhan’ın birçok şiirini tarih ansiklopedisiyle birlikte okumak gerekir; çünkü tarihteki olaylara mürsel mecaz kullanarak göndermeler yapar.
Ece Ayhan, şiirini ve şairliğini, iktidar odağına yaklaştırmasa da, başka bir açıdan bakıldığında; ‘şairin iktidarı’ olsa olsa üslubu ve dil’i açısından önem arz eden bir durum olarak değerlendirilebilir. Yapıtındaki ustalığı ve bu çabasındaki dinamik ama rasyonel olmayan tutumunda görmek mümkün olur. Hasan Bülent Kahraman, Ayhan şiiri için: “Bu şiir, Türkiye’de iktidar kavramını, onu oluşturan soyut bileşenlere gönderme yaparak ve onları da sözün odağına alarak eleştiren ilk şiirdir.”[4] demekle, doğru olanı işaret ediyor.
Ece Ayhan, şiirinin ta başında ilk kitabı, Kınar Hanımın Denizleri’nde rengini ve bambaşkalığı belli etmiştir (1959), bu yolda sonuna kadar da ölümcül atlayışa niyetlenmeyen, hiç de tenezzül etmeyen şair olarak tarihe geçer. Devlet’e, iktidar’a ve de edebiyat otoritelerine karşı, dil’ini, ‘kuralsız’, ‘bıçkın’, ‘başına buyruk’ belirlemiş olmasından dolayı, Ece Ayhan’ı şairler loncası hem dil’i hem de özel yaşantısıyla vurup ötekileştirmişlerdir. Ece Ayhan’ın şiirlerine baktığımızda öteki’leştirilenlerin varlığı ‘şiir kişileri’ olarak başat bir şekilde kendini hissettirir. Cumhuriyet öncesi devlet’in kulu olmaya meyilli şairlerin, ‘koyu devletçi’ kılınmasıyla birlikte, sipariş üzerine ürünler kotararak, devletten nemalandıkları ve de ödül olarak devletin en üst makamlarına getirildikleri bilinmektedir. Cumhuriyet döneminde, devlet ve şair ilişkisine tanık olan Ece Ayhan’a kendisiyle yapılan bir söyleşide şöyle bir soru yöneltilir:
Şairlerin (Atatürk şairleri hariç) devletle arası yıllardır açıktır dediniz. Şiir iktidarla bağdaşmaz dediniz. Peki ben bir de şairlerle iktidar arasında bağ kurmanızı istesem.
Ece Ayhan şöyle yanıt veriyor: Bizde iktidara, devlete bulaşmaz Türk şairleri. Korkudan. Belediyecidir onlar. Kaldırımlardan, çukurlardan yakınırlar bir ömürboyu. Birçoğu da Kemalist hükümet şairidir. Başka bir şey olamazlar. Maça ister.[5] der.
Ece Ayhan’ın bu yanıtıyla en etkin bir şekilde örtüşen, Zambaklı Padişah kitabındaki “Zambaklı Padişah” şiirinden şu dizelere bakmak gerek:
Devlet ve şairleri, iki kaşık gibi iç içe uyurlarken
Geldiği kapkara denize Karpiç’ten gönderilmiş bir gemi.[6]
Bu dizeler, iktidar ve onun büyükbabası, devlet ve şairlerini açıkça deşifre ettiği gibi, o dönem yaşanan Struma olayını da güncele taşıyor: “Geldiği kapkara denize Karpiç’ten gönderilmiş bir gemi” dizesi her şeyi anlatıyor. Bu yazıyı yazmama neden olan; internette 24 Şubat 2012’de, Dünya Bülteni Haber Merkezi Tarihten Olaylar sayfasında “İsmet İnönü’nün Struma Faciası 70 Yılını Doldurdu” başlıklı yazıya rastlamamla oldu. Ece Ayhan’ın Karpiç’ten gönderilen gemi’yi işaret etmesi, (Cumhuriyet’in ilk yıllarında Ankara’da, sahibi bir Rus olan Karpiç lokantasında, devlet erkanı yemek yer, eğlenirlermiş. Ece Ayhan, önemli devlet kararlarının bu lokantada alındığını işaret ediyor şiirde. Acaba; Ece Ayhan, Ankara’da yaşadığı dönemlerde “Kürdün Meyhanesi”ne mi gidiyordu? Çünkü bu meyhane, ‘komünist’lerin uğrak yeri olarak biliniyor, o dönem bu meyhaneye giden devlet memurları fişleniyor, gerçi Ece Ayhan’ın hiçbir zaman böyle bir çekincesi olmamıştır.) şairin, hem Struma olayına, hem de Karpiç müdavimlerine gönderme yaptığı açıkça belli oluyor. Ve haber şöyle devam ediyor:
İngilizlerle Almanlar’ın baskısı sonucu Romanya’dan kaçan Yahudileri Karadeniz’e geri döndüren İnönü hükümeti, 750’den fazla Yahudi’nin bir Rus torpiliyle denize gömülmesine sebep olmuştu[7]
Bu geminin içindeki yolcular; “Yaşasın Türkiye, kurtarın bizi!” deseler de kulaklar sağırdır. Karadeniz açıklarına bırakılan Struma gemisi bir gün sonra büyük bir gürültüyle patlayarak, içindeki 750 civarında yolcuyla birlikte sulara gömülür. Bu olayı; diğer şairler, şiirlerine aktaracak kadar etkilenmez ya da başka bir deyişle, yazma yürekliliğini gösteremezken Ece Ayhan, anarşist bakışıyla resmi ideoloji erkine karşı tavrını, birçok şiirinde olduğu gibi “Zambaklı Padişah” şiirinde de o dik sesi duyurur.
Sezai Sarıoğlu sosyal paylaşım sitesinde: “Belki de şiir; devletlerin esir alıp evcilleştirdiği dilleri, anlamları ve sözcükleri deliğinden çıkarıp delirterek özgürleşmesidir.”[8] diyordu. Sarıoğlu’nun bu sözüne, Ece Ayhan’ın şiiri odağından bakarsak; verili normları sarsan, kabul edilmişe ‘avangard’ bir şiirle devlete isyan eden şaire, şiirlere çarparız.
“Meçhul Öğrenci Anıtı” şiirinde:
“Buraya bakın, burada, bu kara mermerin altında
Bir teneffüs daha yaşasaydı
Tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür
Devlet dersinde öldürülmüştür”[9]
diyerek, devlet’in ‘görev’inin ne olduğunu deşifre eder. Ece Ayhan, 1962’den 1966 yılına kadar üst düzey bürokrat olarak, Kaymakamlık görevinde bulunuyor.
[Kaymakamlık görevinde uzun süre kalamıyor, emekliye sevki onanıyor. Nedenleri ve niçinleri daha önce çok yazıldı; bu yazılanlar, konuşulanlar, -bir erkek çocuğa tacizi- bağırıyordu. Bu olay, Karaşın’a karaçalma da olabilir, gerçek de. Gerçek olma ihtimalini çürüten nedenlerin başında ise, Ayhan’ın şiirine yoksul kesimin ve alt kültürle yetişen çocukların çokça girmesidir. Bu durumu şairin, günah çıkarma aracı olarak dillendirmesi ve de şiirine aktarması diye de bir varsayıma yaslanılabilir, karakter meselesi olduğu düşünülebileceği gibi, yaratılış felsefesine bağımlı bir zorunluluk olabileceği de göz önünde bulundurulup ayrıca incelenebilir. Ece, zeki bir şair, psikolojik sorunları ameliyat sonrası oldukça gelişiyor; aslında, kişisel yapı ve davranışları öncesiyle kıyaslandığında çok farklı bir görüntü çıkmıyor ortaya. Yıkıcı, insanları suçlayıcı tavrı, yaşanmamış, bastırılmış güdülerin nefretle dışavurum’u olabilir. Zaten Ayhan’ın kendisi kirli bir dünyanın içine doğan ve de o kültürü şiirine açıkça sivri dil’le yediren bir şairdir. Ankara’da olduğu bir dönemde; Mülkiyeliler Birliği’nin Konukevi’nde uzunca bir süre kalıyor, buradan herhangi bir nedenden dolayı çıkarıldıktan sonra, ‘iyi tanıdığım’ bir arkadaşımın evinde konuk olarak kalmaya başlıyor. Bugüne kadar, Ece Ayhan için yazılan kitaplarda, kendisiyle yapılan söyleşilerde, yazılan tezlerde, ne de taradığım geçmiş tarihli edebiyat dergilerinde, arkadaşımın bana anlattıklarına hiç rastlamadım. Dinlediğim, Ece Ayhan öyküsünün; trajik yanı olduğu kadar, tiksindirici boyutu da vardı. Çok zaman, şairlerle tanışmamalı, şiirleriyle birlikte o resim akıllarda güzel kalmalı, demişimdir hep. Bu duyduklarım, arkadaşımın ricası üzerine hiçbir zaman, benim tarafımdan yazılmayacak ve de konuşulmayacak. Böylece, Ece Ayhan hakkında ortada yalan- yanlış dolaşan birçok bilginin doğrusunu öğrenerek ikna oldum. Bizim için önemli olan Ece Ayhan’ın şiiri ve şair kimliğidir, cinsel tercihleri ve özel yaşantısı değil! İkinci Yeni’nin sıkı, logaritmalı şairi, (diğer mistik uçta olan Sezai Karakoç) öncü yorumuyla şiirde farklı bir ses olduğu gibi, bir persona’nın ardında değil, çırılçıplak kimliğiyle şiir tarihinde varolduğu bilinen gerçektir. B. Çelik]
Resmî ideoloji; “Kurumun veya kurumların belli bir ideolojiyi bünyesinde bulunan halka veya topluluğa dikte etmesi ve koyduğu kurallar ve yöntemler ile bunu zorunlu olarak kabul edilebilir tek ideoloji olarak göstermesi durumudur.”
Ece Ayhan’ın, Devletle, iktidarla, Cumhuriyet’le her zaman kavgalı olan şiirini, ne de kendisini evcilleştirememişlerdir. Ayhan, “Tarihte önemli şairler iki kez asılmıştır”ı göze alarak ve adeta meydan okurcasına, Atatürk’ün kadını Fikriye’yi “Fayton” şiirine taşır:
“İntihar karası bir faytona binmiş geçerken ablam
caddelerinden ölümle aşkı pera’nın”[10]
“Ben, Fikriye Hanımın 1924’te Ankara’da Çankaya yolunda bir fayton içinde intihar etmesi yüzünden…atları da arabayla göğe çıkarmıştım.”[11] diyecektir.
Ece Ayhan, düzene karşı durduğunu, erk organlarını sorgulayarak, entelektüel kırılma noktasına somut yaklaşımlarla, bağımsız şiirini belirleyici kılmıştır. Eyleyen ve düşünen ittifakında, zihinsel sürecin özgün kuramıyla, anarşist tavrıyla, aykırılığıyla, her türlü iktidarın topluma dayattığı hiyerarşi sistemini tersinden okuyarak, Türk şiirinde öncü olur. Şiir tarihinde gelmiş geçmiş şairler arasında öncülü ve ardılına pek rastlanmaz. Ece, ahlaki yasalarla çatışarak bir savunma aracı olarak şiirini kullanmıştır. Sömürüye, ırkçılığa ve her türlü iktidara anarşist yapısıyla karşıdır, hiçbir zaman da bu tavrından ödün vermemiştir. İlkesi, özgürlük olmuştur hep… Dikey örgütlenme yerine, yatay örgütlenmeyi tercih etmiştir. Şairlerle ve yakın çevresiyle arası hiç iyi olmadığı gibi, zaman zaman şairleri ağır bir dille de olumsuzlar. Örneğin; “Zararsız belediye şairi”[12] tamlamasını Hilmi Yavuz için kullanmıştır.
Okur açısından Ece Ayhan şiirine bakıldığında ise; (Ece Ayhan’ın, okurla arası pek iyi olmasa da), Walt Whitman’ın “Büyük izleyiciler yoksa büyük şairler de olmaz” sözünü anıştırarak; sözcükleri delirten ve de devlet çarkına takılmadan, -ki babayasa’nın- düzenine çomak sokarak, “Biz tüzüklerle çarpışarak büyüdük kardeşim” diyen, cesur imgelerle düzenin hal ve gidişini, intihar karası bir fayton’un içinde belleklerden silinmeye terk edilmiş, aynı zamanda, ötekileştirilmiş Fikriye’yi, (ablam dediği) şiirin merkezine alarak sarışınlara karşı karaşiir yazan, “Çırılcıplaklık, evet çırılçıplaklı, bilinmez, nerelere kadar savrulacaktır? Ya da savrulur? Bir sivil şair yine de “Biz cumhuriyette hayvan gibi yaşadık!”diyebilmiştir; şiirde ilk Hıristiyanlar olarak!”[13] demiştir. Ayrıca okur, Cumhuriyet’in şairlerine, “sosyal bürokrat” diyen, bu şairlerin devletçi olduklarına vurgu yapan, sıradışı olduğu kadar illegal kimliğiyle, poetikasını belirleyen, Ece Ayhan’la tanışır.
Ece Ayhan ve şiiri derindir, çok boyutludur. Merkeze alınıp incelenecek birçok yönü vardır şiirinin, birkaç sayfaya sığmaz…
“Şairlikten kesilenler kolu! Hiç
olmazsa kamburlarının ölümünü tabiattan bilmeyiniz”[14]
Kurşun Kalem dergisi, Temmuz- Ağustos, 2017, S: 45, “Bu Açıdan” köşesi
[1] Sombahar, Eylül- Ekim 1994, S: 25
[2] Platon, Devlet, Çeviri: Sedat Demir, Ataç Yayınları, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2. Baskı, İstanbul 2014, s. 28
[3] Alıntı: Hızın Ve Devrimin Sanatı Fütürizm, F. T. Marinetti “Fütürist (Gelecekçilik) Bildirgesi (1990)” Yayına Hazırlayan: Aydın Şimşek, Kanguru Yayınları, Ankara 2009
[4] Hasan Bülent Kahraman, Türk Şiiri Modernizim Şiir, Araştırma – İnceleme Dizisi, Agora Kitaplığı, 2004 İst, s: 337
[5] Söyleşi: Müslüm Batuk, Sivil Denemeler Kara, YKY, 3. Baskı, İstanbul. 1992
[6] Ece Ayhan, Şiirimiz Mor Külhanidir Abiler, Doğan Kardeş Seçme Şiirler, YKY, 4. Baskı İstanbul, s. 80
[7] http://www.dunyabulteni.net/haber/198882/ismet-inonunun-struma-faciasi-70-yilini-doldurdu
[8] Sezai Sarıoğlu, 26. 02. 2017 tarihli sosyal paylaşım sitesi face’den alıntı. Kendisinden bu yazının künyesini istediğimde “yok bu “şiir cümle” halimden” demişti.
[9] Ece Ayhan, Bütün Yort Savul’lar! Toplu Şiirler, YKY, Baskı: 11, İstanbul 2014, s. 123
[10] Ece Ayhan, a. g. e, s. 37
[11] Ece Ayhan, Mor Ötesi Requiem, YKY, İst 1997
[12] Bkz, Enver Topaloğlu, http://www.gazeteduvar.com.tr/kitap/2017/05/06/sevdanin-belanin-ve-kavganin-sairi
[13] Ece Ayhan, Bütün Yort Savul’lar!, YKY, 11. Baskı, s: 235
[14] Ece Ayhan, a.g.e, s: 127